birliktelik
VAHŞİ PİYONLAR
    Eh be çocuk! Sen o minicik yerde durdun dokuz ay. Bazen sabırsızdın, erkenden gelmek istedin. Bazen sabırlı, çıkmak istemedin. Bizim daracık deyip senin geniş olduğunu düşündüğün dünyadan bu zamana gelebilmek için bekledin. Korundun, kollandın. Tek sima korudu seni büyük sarsıntılardan. Bazen yapması gerekenleri yapmadı, bazen de durduğu yerden kalkamadı. Senin için sağlık müptelasıydı. Bazen yıldızlarla muhabbetine konuk oldun koruyucunun. Arada sırada da sen işaretledin sözlerini. Koruyucunsa merakla izledi işaretlerini, sözlerini gözünden duymayı bekledi, senin çıkma vaktini bildirmeni bekledi sabırsızlıkla. Zamanın doldu. Çıkma vaktin geldi, o minicik yerden. Çıktın ve bir ordu kucak dolusu hoş geldin. Piyonların kalbine ormana ilk defa giren masum bir çocuğun güvercinlerin sesini ilk defa duymasındaki sevinci gibi, bir pamuk tavşana sarılmanın heyecanı gibi doldurdun.    Sonra ne oldu? Büyüdün. Beyaz ve gri bulutların birbirini takip etmesiyle, bazen parlaklığıyla gözleri kamaştıran bazen de sanki benekli çitanın ağzına afiyet, ceylanın canının yanması gibi olan donuk güneşle. Gökyüzünde oluşan renklerin ucundaki hazineyi koşturmalarıyla, yağmurun yeni sevgileri ıslatmasıyla, zamanın sanki bir canavarı takip edermişçesine ilerlemesiyle büyüdün. Annenin kucağında ufacık ellerin öpüle öpüle… Anne, dedin. Gülümsedin, dudakların kelebeklerin yuvasıymış gibisinden. Kıpkırmızı tombul yanakların sıkıldı, incitilmemen için nezaketli öpüldün. Sonra minicik dudakların kıpırdadı baba, dedin. Havalara atıldın, tekrar ve tekrar öpüldün. Sevinç doldurdun, hayatlarında yer ettiklerinin yüreklerini ısıttın. O minicik, yumuşacık, pamuklanan ayaklarınla sert zeminlere, vahşi zamana, bir aslandan da tehlikeli piyonlara yürüdün. Bilemedin. Bilgisizdin sen daha, avuç içi kadar kulakların duymamıştı henüz. Olanlardan haberdar değildin sanki başka dünyalıymış gibi, yani anlamamıştın. Rüzgârlar birbiri üstüne estikçe, kuşlar sayısız göçlere koştukça, sen yürüdükçe büyüdün. Dünya döndükçe bedenine can eklendi. Zaman zaman üstüne geldi. Piyonların yırtıcılığı arttı. Sen duymaya, duyduklarını anlamaya başladın. O toptan bile küçük dünya kadar etkileri öğrenmemiştin henüz. Daha görmemiştin onları, o göz kapakları açıldığında masumluk saçan maviliklerinle. İstenmiyordu da zaten. Tatman istemiyordu canın yanarcasına. Etraf can hırsızlarıyla doluydu, sen görmüyordun. O oyuncak sandığın toplar yüksek seslerle patlayıp dehşetler içerisinde canları topraklara boğuyordu. Sen bilmiyordun hala öğrenmemiştin, başına gelmemişti.    Ve büyüdün birden, piyonlara seslendin: “ Beni görün, bizi görün.” diye. Çünkü koruyucunu biliyordun, bir zamanlar onun gibi sen de ona bakıyordun. Annendi, eline küçücük bir sinek konsa dahi canını acıtabileceğini düşünen. Sen devam ettin yutkunamamaya, narin ses tellerine alışılmamış bir baskı uygulamaya. Seslendin: “Beni görün, bizi görün.” Annene o minicik dilinden sayfalarca mektuplar yazdın sen. Anne yanımda dur, dedin boğazına dizilen diğer kelimelere isyan ederek; saçlarının buklelerine sarıldın, onu sevdiğini söyledin, ellerinden tutup oyun oynadın. Annenin elindeki çizgileri saydın belki de. Belki elbisesini eleştirdin. Anne bu sana yakışmadı, dedin elbisesini çekiştirerek. Anne bu hiç güzel değil, dedin. Beğenmedin. Haydi, gel bu seferde ben giydireyim seni dedin, aldırmadın o minik elma gibi yanaklarının alev topuna dönmesine. Sanki o alevleri durduracak ve olanları değiştirecek gibi minik yağmur selleri oluşturdun maviliklerinden akan. Sonra dediler ki annen bir yere gidecek, sonra gelecek merak etme. Sen o an anlaşılamaz derecede büyüdün. Anladın, gelmeyecekti annen. İşten geldiği zaman bir daha hoş geldin diyemeyecekti babana. Sana akşamları o güzel kokusuyla masal okuyamayacaktı. Sımsıkı sarılamayacaktı sana. Gözlerinin maviliklerinden öpemeyecekti. “Gül kokulu kızım” diyemeyecekti sana. Oyuncak için ağladığında derman olamayacaktı gözyaşlarına. Sen o an anladın, bir daha hiç gelemeyeceğini. Bir yük bindirdin masum yüreğine. Usulca rica ettin, son bir kez daha diye. İzin verdiler. Son kez kokladın anneni, sımsıkı sarıldın bırakmamacasına. Bu günü unutmayacağını söyledin. En derine kazıdın başkaları için yazın, senin için hiç bitmeyecek olan kışın başlangıcını haber veren 21 Haziran'ı. Öptün ve gönderdin, giderken son sözünü söyledin: “Kırmızı yakıştı ama beyazı bu sefer yakıştıramadım anne.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir