birliktelik
Eğitim Sisteminin Geleceği  
98 Şu anda Amerika’da devlet lisesi mezunu olanların büyük çoğunluğunun iyi derecede okuma yazma bilmeyen insanlar yığını olduğu söyleniyor. Eğer sistem böyle giderse ülkemizde de  10-15 sene sonra durum aynı olabilir. Şu an ilkokul 1. Sınıfta okuma yazma öğretiliyor. Ama sınıfta kalma, fiili olarak pek uygulanmadığı için, birçok çocuğumuz doğru düzgün okuma yazma öğrenmeden bir üst sınıfa geçiyor. Bu böyle devam ediyor maalesef, şuanda neredeyse 5. Sınıfa gelmiş ama çok iyi okuma yazma bilmeyen epey öğrencimizin var olduğu söyleniyor. Eğer ülken,in herhangi bir yerinde tanıdığınız bir öğretmen varsa okulunda bu durumda olan öğrencilerin varlığını sorabilirsiniz. Amerika’daki gibi olmamız çok uzak değil. Bu sonuç normal çünkü 12 yıl zorunlu eğitimde, eğitimi kaliteli verir ve okuyamayanı sınıfta bırakırsan (okuma niyeti olmayan kişilerin çift dikiş yaptığını düşünün) en iyi ihtimalle 23-25 yaş arasında büyük bir kitlenin hala orta eğitimde olması istenilen bir durum olmazdı (başlı başına bir kitap konusudur aslında bu durum). Doğal olarak sınıf geçme çok kolaylaştı buda haliyle eğitimin kalitesinin düşmesine sebep oluyor. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde yanındaki arkadaşının bir yıl boyunca çalışmadan sınıf geçtiği bir ortamda bulunan bir çocuğa neden çalışması gerektiğini kolay anlatamazsın. Bu sıkıntıyı çözmek aslında çok zor değil. Zorunlu eğitimi kalan öğrenciler için dışardan sınava girmek şeklinde uygularsan hem sınıfta kalma fiili olarak da uygulanabilir hem de özgün öğretimde azalan öğrenci sayısı (ki bunlar daha az çalışkanların azalması olacak) hem sayının azalması hem de kötü örnek durumlarının azalması ile eğitim verimliliğinin artmasına sebep olacaktır. Eğitimdeki diğer bir konu yüksek öğretim; Bilimin gelişmesinde ön ayak olan kişiler akademisyenlerdir. Akademik personelin yükselmesi, gelişmiş ülkelerde bizdeki gibi başka insanlara bağlı değil, kendi çalışmalarına bağlıdır. Dünyada bizden başka hiçbir gelişmiş ülkede, yabancı yayın ya da yabancı dil bilme şartı aranmaz. Akademisyenin çalışmaları eğer bilime katkıda bulunacak seviyede ise, zaten bunu takip edenler kendi dillerine çevirip, bu çalışmadan faydalanırlar. Bizde ise bu konular, bilimsel çalışmaları baltalayan en önemli iki unsur. Akademik sistemde, ülkemizde yükselmek mutlaka birilerinin iki dudağı arasındadır. Belli sayıda yayın yapınca, doçent olmak için ÜAK’ya (Üniversiteler Arası Kurul) başvuruyorsunuz, sizi jüriye atıyorlar. Bu jüri önce eserlerinizi inceliyor. Sonra eğer başarılı bulurlarsa sizi sözlüye çağırıyorlar. Eğer geçmeniz isteniyorsa, bileceğiniz; kalmanız isteniyorsa, bilemeyeceğiniz sorular soruluyor (gerçekten objektif davranmaya çalışanları eleştirmiyoruz tabiki). Hal böyle olunca, doçentlik imtihanını düşünen kişiler, bilimsel ortamlarda üst kademedeki bir hocanın bilimsel bir çalışmasını ya da bir projesini rahatlıkla eleştiremiyor. Çünkü eleştirip hocanın tepkisini çekerse, ileride doçent olması engellenebilir. Hatta bazen üst düzey hocalar bile eleştirmekten kaçınabiliyor. Çünkü kendi yetiştirdiği doktora öğrencisi, ileride doçentlik imtihanına girince, sırf bu eleştiren hocanın talebesi diye imtihanda kendisine bazı akademisyenler tarafından olumsuz davranılabilir bunun ne manaya geldiği ise açıktır. Böyle bir yükselme sisteminin olduğu akademik camiada, güzel bilimsel çalışmaların ortaya konmasını beklemek biraz hayalciliğe giriyor. Tamam 3-5 tane iyi proje olabilir ama nüfusa oranladığımızda, bu sayı çok çok düşük. Nüfusu bizim 10’da birimiz olan birçok ülkede bizden kat kat fazla bilimsel yayın çıkıyor. Birinci sebebi onlarda böyle saçma bir yükselme sisteminin olmamasıdır. İkinci sebep ise akademik çalışana getirilen yabancı dil şartı ve yabancı yayın şartı. Bu gün yabancı dil çok önemlidir. Değil akademisyenler, toplumun birçok kesimi kendini anlatacak seviyede yabancı dil bilmelidir. Ancak bir bilim adamı, eğer işinde çok iyiyse, çok kaliteli bilimsel projeler üretiyorsa, dünyanın hiçbir ülkesinde buna “yabancı dilin yoksa olmaz” denmez. Ama bizde denir. Kapasiteli birçok akademisyenimiz, sırf bu yüzden bilimden soğutulmuş durumdadır. Aynı şekilde dünyanın hiçbir ülkesinde akademik personele, “kendi ülkendeki bilimsel dergiler hariç, yabancı ülkedeki dergilerde yayın yapmazsan, yükselemezsin” denmez, ama bizde (özellikle bazı alanlarda yazılı olmasa da) denebilir. Aslında bu, kendi bilimsel dergilerini aşağılamaktır. Eğer dergilerimiz niteliksiz ise, onları nitelikli hale getirmek gerekmez mi? Ama amaç farklı, maalesef bazı hocalarımız, köprüyü geçtikten sonra, bilimi sadece kendilerine mal edip, arkadan gelenler için köprüyü yıkmak istemektedir. Olan da ülkemize olmaktadır. Bilimsel yayınlar kısır kalmakta, genelde işe yaramaz çalışmalar olmaktadır. Bir an önce YÖK bu sistemden vazgeçmeli, dünyanın önde gelen ülkelerinde bilimsel yayınlar nasıl oluyorsa, bizde de öyle olmalı. Ayrıca yabancı dil olayında da Japonya’nın uyguladığı ve başarılı olduğu çeviri merkezleri pekala bu işi görebilir. Başarı için Amerika’nın tekrar keşfine gerek yok önümüzdeki başarılı örneklerden yola çıkmak yeterli olabilir. Tabi niyet gerçekten bilimsel kaygı ise yok değilse zaten sorun yok demektir! DOÇ. DR. FAZIL KIRKBİR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir