birliktelik
COVİD-19 VİRÜSÜNÜN GLOBAL DÜNYA ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Bilindiği gibi Covid-19/Corona virüsü ölümcül olması ve hızla bütün dünyayı sarmasıyla bu yüzyıla damgasını vurdu. Çin’in Hubey eyaletinin Wuhan kentinde ortaya çıkan ölümcül virüs kısa sürede küresel tedarik zincirini parçalayabilecek hale geldi. Bulaşma hızı nedeniyle uluslararası kuruluşları, devletleri ve hükümetleri çaresiz bırakan Covid-19 finans, imalat sanayi, ulaşım, lojistik, turizm ve tarım gibi birçok sektörün panik nedeniyle zor durumda kalmasına sebep oldu. Özellikle ürünlerin ve insanların ulaşımına kısıtlama getirilmesi ticaretin zayıflamasına neden oldu ve devletleri bu yeni tip Koronavirüs ile kendi başlarına mücadele etmek durumunda bıraktı. Ticari tedarik zincirinde yaşanan mevcut kırılmanın gıda sektörüne yansımasıysa aşırı talep artışını beraberinde getirdi. Ülkelerin karantina uygulamalarına başvurması insanların temel tüketim ürünlerini stoklamasına neden olurken, gerekli ticari tedarik zincirinden yoksun olan firmalar fiyatları artırmak zorunda kaldı. Özellikle gıda ürünlerinde yaşanan talep artışı beraberinde fiyat artışlarını getirirken, devletler gıda piyasasına müdahale ettiler. Ancak küresel ticaretle birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olan ulus devletler, gerekli ürünleri tedarik etme konusunda henüz başarı elde edemediler. Covid-19 olarak adlandırılan Wuhan virüsünün 21. yüzyılda sadece gıda güvenliğinde değil, daha birçok alanda yeni yaklaşımların benimsenmesine neden olacağı ve peşinden değişimi getireceği açıktır.

1995’de 1,18 trilyon dolarlık hacmiyle dünya ekonomisinden yüzde 7,5 pay alan tarım sektörü, 2018’de 3,38 trilyon dolarlık bir üretim seviyesine ulaştı; fakat küresel ekonomiden aldığı pay yüzde 3,4’e geriledi. Şehirleşmenin yaygınlaşması ve istihdamın kırsal alanlardan nüfusun hızla arttığı metropollerde toplanması, hizmet ve sanayi gibi sektörleri ön plana çıkardı. Şehirlerdeki nüfusun sürekli ve istikrarlı bir şekilde beslenebilmesi için toplu tarım uygulamalarına başvuran gelişmiş ülkeler, gıda ürünlerinin güvenliğine daha fazla önem vermeye başladılar. Özellikle AB’nin ortak tarım politikalarıyla toplu üretime geçmesi, teknoloji-yoğun yöntemlerle ürünlerin tüketicilere ulaştırılmasını sağladı. Tarım alanında dünyada en fazla istihdama sahip olan Hindistan, Endonezya, Etiyopya, Bangladeş, Vietnam ve Tayland’a kıyasla akıllı tarım uygulamaları sayesinde daha fazla gelir ve verim elde eden gelişmiş ülkeler, az sayıda kişiyle en büyük miktarda tarım ürünü elde etmeyi başardılar. Elde edilen ürünlerin sağlıklı, ucuz ve güvenilir olması ise gelişmiş ülkelerin temel hedefleri arasında yer alıyor.


Birçok ülkede istihdam edilen nüfusun büyük bir çoğunluğunun ana geçim kaynağı olan tarım sektörü, oluşturduğu 1,2 trilyon dolarlık ihracat kapasitesiyle stratejik bir önemi haiz. Küresel tarım piyasasının en etkili aktörleri olan Çin, Brezilya ve ABD, farklı büyüklükteki tarımsal istihdamlarıyla sektöre hâkim olabilecek kapasitedeler. ABD’nin 2 milyon kişilik tarımsal istihdamıyla ortaya çıkardığı kişi başına 70 bin dolarlık ortalama üretim, Brezilya’da 10 bin 86 ve Çin’de 7 bin 332 dolar civarındadır. Her üç ülke de tarım sektörüne stratejik önem veriyor ve gıda güvenliğini ulusal bir mesele olarak görüyor. AB ve İsrail gibi aktörler ise akıllı tarım uygulamalarıyla gıda sektöründe verimli, güvenilir ve sürekli üretimi teşvik ediyorlar. İsrail diğer ülkelere kıyasla çölde kurduğu teknoloji-yoğun büyük kooperatif tarım çiftlikleriyle kendi kendine yeterli bir ülke haline geldi. Dünya tohum piyasasında güçlü bir konumda yer alan İsrail, özellikle tohumların genetiğini değiştirerek ikinci kez kullanılmasının önüne geçti ve küresel gıda piyasasının kritik aktörlerinden biri oldu. Sürekli tohum ihracatını mümkün kılan bu durum ise diğer ülkeleri İsrail tohumlarına bağımlı bir konuma sürükledi. Hollanda, Belçika, Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya gibi ülkeler ise tarım sektöründe teknolojiyi yoğun bir şekilde kullanarak dünyanın en fazla tarımsal ihracat yapan ülkeleri arasında yer aldı.

Yirmi birinci yüzyıl tarih kitaplarında kritik bir dönem olarak yerini alacak olan Covid-19 salgınıyla mücadele, yeni yaklaşımların benimsenmesini de beraberinde getirdi. Virüsün Avrupa’da yayılmasının ardından, küresel üretimde yaşanan arz şokuna talep şoku da eklendi. Fabrikaların virüs nedeniyle üretim yapamaz hale gelmesine karşın karantinaya alınan bireylerin temel tüketim ürünlerine talebinin artması, finansal piyasaların ani krizlerle sarsılması, hisse senetlerinde son iki ayda yaşanan 27 trilyon dolarlık kayıp, enerji fiyatlarındaki şoklar, merkez bankalarının faiz indirimleri ve hükümetlerin salgınla mücadele için uygulamaya koyduğu ekonomik paketler, küresel tedarik zincirinde yaşanan kırılmanın önemli yansımaları arasında yer alıyor. Gerekli ham madde kaynaklarından yoksun firmaların üretim yapamaz hale gelmesi ve iş gücü kaybı, küresel ekonominin yapıtaşı olan liberal piyasa şartları için ölümcül yaralardır. Özellikle sokağa çıkma yasaklarıyla daha sıkı önlemlerin alındığı günümüz koşullarında, insanlar ancak temel tüketim ürünleri için harcama yapıyorlar. Yapılan bu harcamalar ise daha çok gıda maddeleri üzerinde toplanıyor. Gıda ürünlerinin istikrarlı bir şekilde tedarik edilmesi için gerekli çabayı sarf eden devletler, herhangi bir tedarik hattının bozulmaması için idari ve hukuki yollara başvuruyorlar. Ancak küresel düzeyde yaşanan Covid-19 salgını devletleri yalnız bıraktı. Bu nedenle gıda ürünlerinde yaşanacak herhangi bir kıtlık durumu, krizin boyutunu büyütebilecek potansiyele sahip.

Gıda güvenliği, tüketilen gıdalarda insan sağlığını tehdit edebilecek biyolojik, mikrobiyolojik, fiziksel ve kimyasal maddelerin olmaması üzerine kurulan güvenlik yaklaşımını ifade ediyor. Türkiye geniş tarım topraklarıyla, çeşitli iklim şartlarına göre farklılık gösteren bir gıda üretim profiline sahip. Gıda güvenliğiyle yakından alakalı olan bu üretim kapasitesinin, gelecek nesillerin hayatı üzerinde kritik önemi var. Türkiye’nin genel olarak gıda güvenliği politikalarının ise istenilen seviyede olmadığı görülüyor. Küresel Gıda Güvenliği Endeksi’nde 113 ülke arasında 41. sırada yer alan Türkiye besin standart kalitesi, verimli gıda üretimi ve gıda fiyat istikrarı açısından diğer ülkelerden ayrışıyor. Maliyetlerin yaşanan kur ataklarından sonra artması, enflasyona bağlı olarak gelişen ani fiyat artışları, özellikle çiftçileri üretimi kısma konusunda baskılıyor. Bireysel hale gelen tarımsal üretimin istikrarlı, planlı ve güvenli hale getirilmesi ise ürünlerin üreticiden tüketiciye ulaşımını sağlayan besin zincirini denetlemekten geçiyor. Tarım sektörüne finansal destek verme açısından dünya ülkeleri arasında iyi bir seviyede olan Türkiye, daha sağlıklı işleyen, planlı üretimi teşvik eden ve uzun vadeli bir şekilde gıda güvenliğini sağlamayı amaçlayan politikaları hayata geçirmeli. 57 milyar dolarlık üretim kapasitesiyle dünyanın en büyük 10. tarım ülkesi olan Türkiye’nin, uluslararası arenada her geçen gün daha çok gündeme gelen gıda güvenliğinde uzun dönemli politika geliştirmesi ve akıllı tarım uygulamalarını hayata geçirecek AR-GE faaliyetlerine önem vermesi gerekiyor. Böylelikle günümüzde yaşanan küresel salgın ve kıtlıkları en az hasarla atlatmak mümkün hale gelecektir.

-Sosyal Organizasyonlar Direktörü / Cansu ULUSU

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir